Ben, Metin olmaya mecburdum!
Bir gazeteci, cesur,
yiğit bir gazeteci yaşama veda etmişti. Hafızamda bir daha hiç silinmeyecek
kadar büyük, yürekli bir gazeteci. Adı
Metin’di. Metin Göktepe. O ismin benim
yaşamıma yön vereceğini çok sonradan anlayacaktım. O’nu hiç görmedim, tanımadım
ama sanki yüreklerimiz birlikte atmıştı. Sanki aynı kalemi tutuyor, aynı
sözleri haykırıyor ve aynı öfkeyi büyütüyorduk.
Metin’i gazete
sayfalarında, televizyon ekranlarında tanıdığımda, O çoktan ayrılmıştı
aramızdan. Tarih sayfalarını bir karanlığa daha açmıştı. Metin Göktepe dövülerek, işkenceden
geçirilerek katledilmişti. Susturulmaya çalışılmıştı ancak Metin susmamıştı.
Metin ölse bile hiç susmayacaktı! Kendisiyle birlikte atan yürekler, O’nun
soluğu, O’nun sesi olmuş, O’nun kalemini yere bırakmayacaktı.
Televizyon ve
gazetelerden Metin’in öldürüldüğünü duyduğumda henüz 16 yaşında, lise
öğrencisiydim. Umutlu, öfkeli ve bir o kadar da kararlı bir genç. Metin’in
kalemi olacaktım; çünkü Metin bendim, Metin yoksul kondularda unutulmuş Zeynep
anaydı, Metin yalın ayaklı, esmer yüzlü Jiyan’dı, Metin kimliğini saklamaya
mecbur bırakılan Armenag’dı, Metin
hapishanelerdeki, ünüversitelerdeki isyandı, Metin…
Karar vermeme gerek
kalmamıştı, ben Metin olmaya mecburdum. Gazeteci olacaktım. Adım atmıştım ve
geriye dönüş yoktu. Gazeteci olmak bedel ödemekti bir anlamda. Metin o gün
hapishanede yaşanılanları yansıtmak pahasına bu bedeli ödemişti.
Metin Göktepe’nin
öldürülmesi, devletin gerçekleri göstermeye çalışan gazetecilere yönelik tutumunun
sadece bir örneği. Metin’i bilinçli öldürülmüştü; çünkü Metin
gerçekleri görüyordu! Çünkü Metin Evrensel’in
sesiydi.
Bugün geriye dönüp
baktığımızda, aslında bu tablonun hiç değişmediğini görürüz. Dün Metin’di, daha
öncesinde Musa Anter (Ape Musa), Uğur Mumcu, bugün gerçekleri yazan, konuşan herkes.
Gerçeğin kendisiyle
muhatap olan gazetecilerin mücadelesi birilerini hep rahatsız edecektir
çünkü.
Yorumlar
Yorum Gönder