Roboski ve 'adalet sarayı'
Tarih 29 Aralık 2011. İstanbul güzel, güneşli. Adliye muhabiriyim. Yani adalet ve adaletsizliğin tam da ortasındayım. Meslektaşlarımın yargılandığı davayı takip etmek için Çağlayan'daki İstanbul 'Adalet Sarayı'ndayım. Adalet yerini bulacak ve arkadaşlarım, meslektaşlarım beraat edecek, diye düşünüyorum (!) Umutluyum, gülüyor yüzüm... Ama uzun sürmedi bu huzur... Gazete sayfalarını çevirmeden, televizyona bakmadan sokağa atmıştım kendimi; yüzümün gülmesi de bundanmış.
Kara haberi öğrenmem geç olmadı. 34 insan bombalarla paramparça edilmişti! Beynimden vurulmuştum sanki. Haber spikeri günün "rutin" haberiymiş gibi aktarıyordu yaşanan katliamı. Gördüklerim, duyduklarım karşısında ne bir söz çıktı iki dudağımın arasından ne de oturduğum yerden kalkabildim. Öylece kala kaldım adliyedeki basın odasında. Ağlamak istiyordum ama ağlayamıyordum, gözyaşlarım donmuştu sanki. Ne meslektaşlarımın duruşmasını izleyebildim ne de haber yapabildim o gün.
'Adalet Sarayı' içinde, birilerinden adalet beklemek düşüncesi bile o
an ne kadar da manasızdı. Bir yandan mahkeme salonlarında tahliye
bekleyen gazeteciler, diğer yandan eve ekmek götürebilmek için
hayatlarını riske atan köylüler. Gazeteciler gerçekleri yazdıkları için
sanık sandalyesindeydi, Roboski'de
köylüler çocuklarına ayakkabı alabilmek için 'sınır' ın diğer
tarafındaydı. Spikerin 'kaçakçılık yaptıkları belirlenen' dediği
köylüler, ekmek kavgasındaydı. Okul harçlıklarını çıkarmak için, tek
gözlü odalarını ısıtabilmek için bedel ödemişlerdi.
İçimdeki acı gibi isyanım da büyüyordu... Uzun zaman aradan sonra
(mesleğe başlamadan önceki gibi) fotoğraf makinemi bir tarafa bırakıp
katliamı lanetleyen protesto yürüyüşüne katıldım. Beyoğlu'ndaki
yürüyüşte yüzler sapsarıydı, gözler yaşlı. "Anaların öfkesi katilleri
boğacak!" sloganı yeri göğü inletirken, katiller sıcacık yataklarında
uyuyordu. Yüreklerimiz "yaşasın halkların kardeşliği" diye atarken
onlar; yani katiller, yani "insan" demeye dilimin varmadığı o ölüm
makineleri sloganlarımıza dahi tahammül göstermiyordu. Biz bağırdıkça,
biz çoğaldıkça onlar küçülüyordu.
Sokaktaki yürüyüşlere katılmak dışında elimden bir şeyin gelmiyor
olması yiyip bitiriyordu beni. Yaşananları uzaktan izlemek ne kadar da
acıydı. Bu acıyı halen derin yaşıyorum. Roboski'de battaniyelere
sarılmış gencecik bedenleri, battaniyelere sarılmış umutları
düşündükçe...Ben, biz, yani "halkız" diyen hepimiz gereken tepkiyi
göstermedik.34 insanın ekmeğine göz dikenlere, 34 hayatı gözlerini kırpmadan yok edenlere, paradan kutular, paradan oyuncaklar yapanlara umut bağladık. "Adalet" dedik, 'adalet sarayları' nın içinde kaybolduk. Oysa ki eşitliğin olmadığı bir yerde adaletin olamayacağını biliyoruz, adaleti kendi ellerimizle getireceğimizi de.
Roboski...
34 güzel insan.
Ne sizi unuttuk ne de sizi yaşamdan koparanları.
http://blog.radikal.com.tr/Sayfa/roboski-44166
Yorumlar
Yorum Gönder