Ediz Hun: Sanat ve bilim toplumları özgür kılar
Yeşilçam'ın yakışıklı jönü oldu hep. Geniş kitleler tarafından hayranlıkla izlendi… O, sanatını bilimle, hayatla bütünleştirdi. Daha güzel, daha yaşanılır bir ülke için siyasete atıldı, milletvekili seçildi ve Çevre Komisyonu Başkanı oldu. Doğa sevgisiyle tanıdığımız sanatçı, bilgi ve deneyimlerini üniversite dersliklerinde yeni kuşaklara aktardı. Beyaz perdenin yakışıklısı, bugün 76 yaşında. Yıllar eskise de O hep genç kaldı. Ediz Hun, genç bedeni, genç düşünceleri ve tebessümüyle dimdik karşımızda…
Ediz Hun’u Büyükada'daki evinde ziyaret ettik. Çeşit çeşit meyve ağaçlarıyla, titizlikle
yetiştirdiği kaktüsleriyle, misafirlere sırnaşan kedileriyle kendine kocaman
bir cennet bahçesi yaratan Ediz Hun ile hayata dair konuştuk.
Bu kadar genç kalmayı nasıl başardınız?
Yeme içmeme çok dikkat ediyorum. Ayrıca hareketli bir
insanım ve sporumu ihmal etmiyorum.
Sabahları yürüyüş
yapıyorum, ardından 300-400 metre yüzüp,
duşumu aldıktan sonra güne başlıyorum. Kimi zaman da bisiklete biner ya
da evimdeki jimnastik aletlerini kullanıyorum. Adada her yere yürüyerek
gidiyorum. Tüm bunların yanında, genç kalmamın nedeninin biraz da genetik olduğunu
düşünüyorum. Babam Çerkez, annem Rumelili. Yani Kafkas ve Balkan genlerini taşıyorum.
Bunlar kuvvetli genlerdir…
Adayla tanışmanızın öyküsü nedir?
Babam Büyükada Tepeköy’de ev yaptırmıştı. 1960
senesiydi. 1 Mayıs’ta buraya taşındık, 27 Mayıs’ta da ihtilal oldu… O
dönemlerde lise öğrencisiydim. Vapurla İstanbul’a gide gele bitirdim okulu. Şu an yaşadığım bu evi, annemin önerisiyle
yaptırdık. Annem ve babam Tepeköy’deki evde oturmaktaydı. Annem buraya denize
girmeye geliyordu. Burası bir arsaydı. Arsayı almamı bana tavsiye etti, aldık
ve bu evi yaptırdık. Daha sonra annemler bir üst kata geldiler… O günden bu
güne burada yaşıyoruz. 56 yıldır adadayım. Şu an bu
evde eşim Berna ile yaşıyoruz. Kızım Bengü üst katta çocuklarıyla yaşıyordu.
Şimdi yurt dışındalar. Kızım Bengü de,
Malta’da yaşayan oğlum Burak da evli. Oğlumun ve kızımın 2’şer erkek çocukları
var. 4 erkek torun, bir türlü kızı bulamadık, bulsak çok iyi olurdu. Kız çocuk çok tatlıdır çok sevimlidir.
-Asıl yaşadığınız ev Göztepe’de miydi?
Evet. Buraya boş zamanlarımda geliyorum, çünkü
yoğun bir çalışma tempom var. Üniversitede ders veriyorum, yurt içinde ve yurt dışında konferanslara katılıyorum. Çok hareketli bir
adamım. Yerimde hiç oturmam.
-Şu an Okan Üniversitesi’nde misiniz?
Norveç’te
okudum. Branşım biyokimya. 1983’ten
itibaren ders veriyorum. İstanbul’da ders
vermediğim üniversite kalmadı gibi. Marmara Üniversitesi’yle başladım, sonra
Maltepe Üniversitesi, Doğuş Üniversitesi, Bahçeşehir Üniversitesi derken şimdi de
Okan Üniversitesi’ndeyim.
-Sınıfta nasıl bir Ediz Hun var?
Öyle
havalara giren biri değilim, natürel biriyim. Dolayısıyla derste her türlü
rahatlığı veririm talebelerime. Sunumlar hazırlatıyorum, hoca sizsiniz, anlatın, diyorum. Bir forum gibi geçiyor derslerimiz. Yoksa
dersi anlatıp güle güle demiyorum talebelerime. Prensibim dersin
öğretilmesidir.
-Sanat, eğitim, siyaset… Çok yönlü bir insansınız?
Sanat
ve bilim çok önemlidir. Sanat ve bilim bir kuşun iki kanadı gibidir. Bu iki
kanadı kullanabilen toplumlar uçar ve özgür olurlar. Sanat ve bilime ehemmiyet
vermemiz lazım. Yurtdışında üniversite
okudum. Hem Almanya’da hem Norveç’te yaşadım. Bilime ve sanata çok ağırlık
verirlerdi. Bizde varsa yoksa siyaset.
Ben siyasete girdim ama bir amacım vardı. Çevreyle ilgili yoğun
çalışmalar içerisine girdim. 1999 genel seçimlerinde Anavatan Partisi’nden
İstanbul Milletvekili seçildim, ardından Çevre Komisyonu Başkanı oldum. Doğaya
çok önem veririm…
-Bu güzel bahçeniz, kaktüs koleksiyonunuz bu anlayışınızın
ürünü olmalı.
Çocukluğumdan beri
hayvanlara ve bitkilere çok düşkündüm zaten. Hobi olarak bunu yapmaya devam
ediyorum. Kaktüsün Türkiye’de de dünyada da çok meraklısı var. Hatta Türkiye’de
bir derneği de var. Benim kaktüslerim
çok çeşitli. İsterim ki Büyükşehir
Belediyesi kaktüslere biraz eğilsin ve adada bir kaktüs bahçesi oluştursun.
Yani kaktüslere bir saha ayırmalı ve bu yer camekan yapılmalı… Bütün ülkelerde
bu böyle. Halka hizmet vermek için kurulan belediyelerin doğaya, çevreye önem
vermesi, bilime katkı sunmaları lazım.
“HAYVANLARI SEVMELİYİZ, BİZE İHTİYAÇLARI VAR”
-Evde çokça kedi var, onları seviyorsunuz belli ki.
Bitkiler gibi
hayvanları da çok severim, onlara saygı duyarım. Onların da bir onuru var, onlar da birer canlı. Hayvanlara
ne kadar iyi muamele ederseniz karşılığını o kadar alırsınız. Kedi, köpek
ayrımı yapmıyorum ama köpek daha yakın, evlat gibi oluyor. Çünkü hep yanınızda
gözlerinizin içine bakıyor… Bir köpeğimiz vardı, öldü. Ondan sonra bir daha
almadım. Kedi biraz daha özgür bir hayvan.
Ama adalarda kediler açısından bir dram yaşanıyor. Yazlıkçılar
geliyorlar, eğleniyorlar bu arada da kedilere bakıyorlar. Çocukların okulları
başlayınca da adadan gidiyorlar ve geriye kedilerini bırakıyorlar. Bırakılan bu
kediler yemek bulmak için sokaklarda dolaşıyorlar. Adada kalanlar bakmak
durumunda kalıyor tüm kedilere. Biz de aç kedileri besliyoruz. Her gündoğumu ve
günbatımında sokağa çıkıp onlara mamalarını veriyoruz. Tedaviye, bakıma ihtiyacı olanları eve
getiriyoruz. Bizde mesela gözü görmeyen, yaralı, hasta kediler var. Hiçbir
ayrım yapmadan hepsine evimizin, bahçemizin kapısını açıyoruz. Hayvanlara kötü muamele edenlerle de var gücümle mücadele ediyorum. İnsan olmanın
en önemli görevlerinden biri de farklı sınıflarda olan canlılara yakın ilgi
göstertmektir. Onları sevmeli, onlara saygı
duymalıyız.
“AYRIM YAPMADAN BİRBİRİMİZİ KUCAKLAMALIYIZ”
İnsanı
da sevmeliyiz. Yaşamın amacı sevgi olmalıdır. İnsanlarımız değişik ırklardan gelmiş
olabilirler: Türk, Kürt , Çerkez Makedon, Giritli, Laz, Gürcü, Bulgar göçmeni
olabilirler. Dil, din, ırk ayrımı yapmadan birbirimizi sevmeliyiz. Ben aktörüm. Kimisi benimle aynı
filmde rol almış olan Filiz’i beğenir, kimisi Hülya’yı, kimisi Fatma’yı ya da Türkan’ı.
Yani zevkler farklı olabilir. Siz kırmızıyı seversiniz, ben sarıyı, o maviyi.
Önemli olan, bu farklılığımızla herkesi kucaklamaktır.
“TELEVİYON İZLEMİYORUM…”
Ülkemizde
son zamanlarda çok kötü hadiseler yaşandı ama inşallah bu son olur. 15 Temmuz hepimizi derinden üzmüş ve
yaralamıştır… Ben de bir babayım. Bir
insan yetiştiriyorsunuz 20- 25 yaşına
kadar. Sonra bazı şeyler oluyor ve evladınızı kaybediyorsunuz. Çok ama çok acı… Televizyon izleyenler beni bağışlasın,
Temmuzdan beri televizyon izleyemiyorum. Şiddet içerikli haberlerle vücudumun kimyası
bozuluyor…
-İnsanlar sizi seviyor. Bu sevgi Adalarda günlük
yaşamınıza nasıl yansıyor?
Motorlarda,
konferanslarda fotoğraf çektirmek isteyenler oluyor. Kimseyi kırmam, gayet samimi bir şekilde
sarılıp fotoğraf çektiririm. Çünkü halkın sevgisi her şeyden öndedir.
“YEŞİLÇAM, ROMANTİK BİR
DÖNEMDİ”
-Yeşilçam’a dönersek, neler söylersiniz?
O dönem
farklıydı. Yeşilçam çok iyiydi. Romantik bir dönemdi. Çünkü o dönemler teknoloji bu aşamaya
gelmemişti. İnsanların daha farklı yaşantıları vardı. Televizyon yokken insanların tek eğlencesi
radyodaki güzel sohbet programları idi. Bütün Anadolu’da yalnız şehirlerde değil
kışlık sinemalar, yazlık sinemalar vardı. İnsanlar topluca gidip film izlerlerdi…
Ama bugün Yeşilçam perdelerini kapatıyor… Yeşilçam aktörleri bir bir azalıyor:
Tanju’yu ve Tarık’ı kaybettik. Şu an hayatta olan en yaşlımız 1927 doğumlu
Eşref Kolçak.
“TARIK
AKAN HAYATA BİR MESAJ BIRAKTI”
Tarık
Akan çok düzgün, çok efendi, terbiyeli, kendini bilen bir insandı.
Davranışlarında, konuşmalarında hiç aşırılıklar olmazdı. Aktörlüğü de çok iyi,
başarılıydı. Filmlerde rol almış ve başarılı bir şekilde rolünü üstlenmiş bir
kardeşimizdi. Aktörlüğü kadar eğitimci
olması da çok önemlidir.
Tarık
Akan, nasılsa bir yere geldim, yan gelip yatayım’ demedi. O, daima çok çalıştı.
Hayat mesaj bırakma yeridir. Tarık, o önemli
mesajı vermiş biridir. Halk onu çok sevdi. Bunun yansımasını cenazesinde de
gördük. Herkes oradaydı. Çok kalabalıktı… Türk sineması için büyük bir kayıptı.
Mekanı cennet olsun.
Yorumlar
Yorum Gönder