Enis Fosforoğlu:Kapitalizm sanatı esir aldı
Enis Fosforoğlu iki yılı aşkın bir zamandır Büyükada’da yaşıyor. O, her ne kadar
“adaya dinlenmek için geldim” dese de, zamanını burada dolu dolu geçiriyor;
sanatını hayatla buluşturmaya devam ediyor. Fosforoğlu, bir yandan adada açtığı
“İnsan Atölyesi”nde eğitimler veriyor, diğer yandan da Kadıköy Moda’daki
tiyatrosunun sezon açılışını yapacağı yeni oyununa hazırlanıyor. Tiyatrocu Enis
Fosforoğlu ile atölyelerini gerçekleştirdiği Adalar Kent Konseyi’nde buluştuk.
Adayı, atölyeyi, sanatı, Türkiye’yi kısacası hayata dair konuştum…
Adayla ne zaman tanıştınız?
Gençlik yıllarımda tanışmıştım. Galatasaray Lisesi’nde okurken, hafta sonları
arkadaşlarımla adalara gelirdik. Ada günlerimiz çok keyifli geçerdi… Ama
mesleğim gereği, uzun süre buradan kopuk yaşadım. Hayatımda 12 yıl Ankara var (
Konservatuvar ve Devlet Tiyatrosu ). 1980 yılında İstanbul’a döndüm ve Kadıköy
Moda’da özel tiyatromu açtım. Halen kendi tiyatromda mesleğimi icra ediyorum.
Şu an Adada yaşıyorsunuz ama değil mi?
Evet. Ruhsal olarak kendimi yorgun hissediyordum. Buranın bana iyi geleceğini
düşündüm. Öyle de oldu. İki buçuk yıldır eşim Feride ile Büyükada’da yaşıyoruz.
Gençliğinizde geldiğiniz adayı bulabildiniz mi? O gençlik yıllarımın
adası olmasa da, ada her zaman adadır, güzeldir. Oksijen var bir kere; onu
hissediyorsunuz. Ama sosyolojik havasını sorarsanız, tabi biraz farklılaşmış…
Ülkeden soyutlanamaz hiçbir şey. Ülkede nasıl değişiklikler yaşandıysa, ada da
bundan nasibini almış…
Adada daha çok neyin eksikliğini hissediyorsunuz?
Adada eksik olan şey, bir araya gelmek. Çok ‘romantik’ kalıyoruz. Oysaki adada
bir araya gelmeyi başarabiliriz… Ama bunun için çabalayan güzel insanlar da var.
Özellikle ada kadınlarının çabasını görmek gerek. Çaba var ama henüz bir güç
haline gelinememiş, bunu görüyorum. Sistem bizi yalnızlaştırmayı başardı. Bu
yalnızlığı üstümüzden atmalıyız…
Atölyelerinizi Adalar Kent Konseyi’nde yapıyorsunuz. Size salonlarının
kapısını açan Konsey ile tanışmanız nasıl oldu?
Bahsettiğim o güzel insanlar, çeşitli etkinlikler düzenliyorlar, ben de bu
etkinliklere gelerek burayla tanıştım. Ada insanı için bir şeyler yapmak
istediğimi söyledim. Sevindiler… Belediye ile de görüşmelerimiz sürüyor.
Belediye, yer tesis edebilir sanatçılara. Ama ne yer ne de bütçe var, diyor.
Anlıyorum ama bir şeyler yapmak isteyen sanatçı zaten büyük paralar talep etmez
kimseden… Sanatçılar için imkanlar tanınmalı, yaratılmalı… Adalar, neden kültür
sanat adına kurtarılmış, parmakla gösterilecek bir yer olmasın?
Atölyenizde tiyatro üzerine mi eğitim veriyorsunuz?
Kendini ifade etme atölyesi… Adına “insan atölyesi” dedim. Okullarda
edinemediğimiz donanımı burada sağlayacağımız bir atölye yapmaktı amacım.
Diksiyon, kendini ifade etme, anlatım, hayatla barışık yaşamak... Bütün bunları
burada drama sanatıyla hayata geçirmeye çalışıyoruz. Atölyeye gelen insanların
illa ki sanatçı olması şart değil. Ev hanımları da geliyor, başka alanlarda
tahsilini yapan öğrenciler de… Eğitimleri ben veriyorum. Halk Televizyonu’nun
spikeri Tuba Emlek de diksiyon derslerinde katkı sundu. Eğitimler sonucunda
öğrencilerime sertifika veriyoruz.
Drama kimlere gerekli?
Drama, ihtiyacı olan herkes içindir. Doğuş Üniversitesi’nde ders verdiğim
dönemlerden bir anımı paylaşacağım sizinle. Drama dersine her branştan öğrenci
katılıyordu; avukat olmak isteyen, mühendis olmak isteyen, öğretmen olmak
isteyen… Bunların arasında Diyarbakırlı olan bir öğrencim vardı. ‘Okuduğun bir
bölüm var, tiyatrocu olmayacaksın ama drama sana çok şey sağlayacak, belki baba
olarak, belki de eş olarak hayatta faydasını göreceksin’ dedim Ona. İkna oldu,
devam etti derslere. Birlikte çalışmaya başladık. Klasiklerden, modernlerden
bölümler veriyordum öğrencilerime; ya tipine uygun ya da tipinin tam tersi
çalışmalar. Diyarbakırlı öğrencime de Hamlet’i verdim. ‘Olur mu Hocam?’ dedi.
‘Neden olmasın? Kendini bir prens olarak da Hamlet olarak da düşünme. Senden
öyle bir oyunculuk beklemiyorum. Aileni darmadağın etmiş faşist bir kral var ve
sen bütün bunları yaşayan iyi bir çocuksun’ dedim. Benimsedi ve bütün
duygularıyla oynadı. Mezun oldu. Aradan altı yedi ay geçti. Bir yaz günüydü,
telefonum çaldı. Numarayı tanıyamadım. Açtım. ‘Hocam ben Diyarbakırlı Hamlet’
dedi kendine özgü şivesiyle. Çok duygulandım…
Drama eğitimine herkesin ihtiyacı var. Bir gazetecinin, bir kasiyerin, bir
öğrencinin… Büyük bir market çalışanlarına müşterilerine karşı “güler yüzlü
olma” eğitimi verdiğim zamanlar da oldu. Kapitalizm paraya endeksli hayatlar
sunuyor ve sunduğu bu hayatta herkes birer oyuncu aslında. Sahnede herkes
sıkıntılarını bir tarafa bırakıp başka birini oynuyor… Eğitim verdiğim o büyük
marketin deposunda halen “ sahneye çıkıyorsun gülümse” yazısı var.
Televizyonu, dizileri bıraktınız mı?
Beni toplu taşıma araçlarında, sokakta gören insanlar da niye televizyona
çıkmadığımı soruyor. Hayatım boyunca mesleğimde ilkeli oldum, istemediğim
yerlere çıkmadım. Teklifler almaya devam ediyorum, karşıma sevdiğim bir senaryo
çıkarsa neden yer almayayım? Ama bugün baktığımızda başka piyasalar oluştu.
Vahşi kapitalizm, ülkeyi maalesef kültür sanatta da esir aldı.
Sizi yeni bir tiyatro oyununda görecek miyiz peki?
Çok yakında tiyatromun perdelerini tek kişilik bir oyunla açacağım. Türkiye’yi
anlatan bir oyun olacak. Yazın oyunumu adaya getirmeyi düşünüyorum ama oynayacak
yer yok. Büyükada’da eskiden muhteşem bir açık hava tiyatrosu vardı. Bugün o da
yok. Adanın, denizi var, havası var, doğası var ama önemli olan tüm bunları
insanla yaşamak. Köşküne çekilen insanlar olmamalıyız. Sosyal hayatı biran önce
oluşturmalıyız. Kültür sanatı ıskalamamak gerek.
Iskalayan halk mı peki. Hükümetin bunda rolü yok mu sizce?
Hükümetlerin mutlaka bir kültür politikası olması lazım. Bunu parti olarak
söylemiyorum; hükümete kim gelirse gelsin, bu politikanın oluşturulması lazım.
Türkiye daha aydın, daha eğitimli olsa Avrupa’ya kafa kaldırır. Cep
telefonlarının fazlalığıyla değil, bilimle, sanatla, kültürle ilerler insanlık.
Daha uygar bir toplum için kültür sanat ciddiye alınmalı, bunun için bir an önce
bir politika oluşturulmalı. Bu yapılırsa, ülke olarak bütün olumsuzlukları
aşabiliriz. Atatürk’ün dediği gibi, Türk halkı zekidir. Ama şu an halka aptal
muamelesi yapılıyor.
Yeni bir yıla giriyoruz. Daha güzel bir dünya, daha güzel bir ülke umudunu
taşıyor musunuz?
Umut hep vardır. İnsan yaşayamaz umutsuz… Ama umudu hayata geçirmek için
farkında olmak, farkındalık yaratmak lazım. Farkında olan çok insan var aslında
ama sessiz bir çoğunluk olarak. Birbirimize el veremediğimiz için sessiz
çoğunluğuz. O zaman da bölüp parçalıyorlar, yalnızlaştırıyorlar bizi. Günlük
ihtiyaçlar içinde ideallerini hayata geçiremiyorsun. Bir bakıyorsun yalakaya
gidiyor iş. O zaman da düzenin sanatçısı oluyorsun. Çünkü direnmiyorsun…
Röportaj: Kasım 2016 /Büyükada
Yorumlar
Yorum Gönder