Taner Öngür: Umutsuz değilim
68 kuşağının sesini günümüze taşıyan efsanevi grup Moğollar’ın efsane isimlerinden Taner Öngür: Ülkemizde ve dünyada olup biten şeyler yaşamımızı etkilediği gibi müziğimize de yansıdı ve ‘Bir şey yapmalı!’ dedik. Bugün de bütün bu baskı ortamına rağmen, müzikte, sanatta üretimimiz sürüyor. İnanıyorum ki içinde bulunduğumuz karanlık elbet bir gün bitecek ve muhteşem şeyler yaşanacak.
“Birisi oy peşinde öteki rant işinde
Kıyamet
değilse bile birşey kopmalı.”
“Bir Şey Yapmalı”, “Ölüler Altın Takar mı”,
“Issızlığın Ortasında” gibi daha pek çok şarkılarıyla dilden dile dolaşan,
sanata yaklaşımlarıyla halkın gönlünde taht kuran Anadolu rock müziğinin çınarı
Moğollar 50 yaşında. Türk rock tarihinin en önemli isimlerinden olan Moğollar’ın basçısı Taner Öngür’ü 50 yılın şerefine gazetemizde
ağırladık. Heybeliada sakini Taner Öngür
ile müzik hayatına başladığı günden Moğollar’ın 50’inci yılına kadar gelen zamanı konuşurken; Öngür’e çocukluk
yıllarını ve Ada ile tanışma hikayesini sormayı da unutmadım.
Çocuklukluk yıllarınızdan
ve müzikle tanışmanızdan başlarsak neler anlatırsınız?
1949’da İstanbul Fatih’te işçi sınıfı bir ailenin ikinci çocuğu olarak doğmuşum.
4 kardeşiz. Çağdaşlığı ve laikliği ilke edinmiş bir ailede büyümenin getirdiği keyifle mutlu bir
çocukluk geçirdim. Kültürle iç içe
yaşadım. 13 -14 yaşlarındaydım; mahalledeki gençlerle birlikte Volkanlar adını
verdiğimiz bir müzik grubu kurduk. Vefa Lisesi’nde ortaokul öğrencisiydim. Babam hep
destekledi beni. Bir gitar aldık... 60’larda
Volkanlar grubumuzla Altın Mikrofon
Yarışmasına katıldık. Ellerinde gitarlar, bas gitarlar, davullarla bizim gibi
yüzlerce genç oradaydı. Anladım ki tek
derdi olan biz değiliz, bir kuşak meselesiydi.
Ödülü Moğollar aldı.
Moğollar’a katılmanız nasıl oldu peki?
Londra’ya
gitmeye karar verdim ve gittim. Beatles, Led Zeplin gibi
gruplar hep oradan çıkmıştı. Bir grupta iş buldum, tam onlarla çalacaktım,
Haramiler Grubu’ndan Uğur Dikmen’le karşılaştım. Türkiye’den haberler
verdi: Moğollar kuruldu, Erkin Koray
Dörtlüsü konserler
veriyor, Cem
Karaca Apaşlar kuruldu… Rock hareketi gelişmiş. Dedim bunu
kaçıramam, ben de geliyorum. Grup üyelerinin hepsi arkadaşımdı zaten. 1969 yılında ülkeye döndüğümde Hasan Sel gruptan ayrılmıştı, onun yerine ben girdim.
Müziğinize
de “Anadolu rock” ismini verdiniz.
Moğollar’ın yüzü Anadolu’ya dönük. Daha önce hayatlarında konser, tiyatro görmemiş
kasabalara kadar gittik. Turne dönüşünde müziğimize ne isim verelim diye
tartışırken, ‘Anadolu rock’ diyelim dedim.
Fikret Kızılok, Barış Manço gibi isimler zaten bu müziği yapıyordu ama
ismini biz koyduk.
Moğollar’ın çıkış yaptığı dönemin
Türkiye’sini anlatır mısınız?
27 Mayıs ihtilalinden sonra Türkiye demokratik anayasasına kavuştu
ve arkasından bir çağdaşlaşma, modernleşme dönemi geldi. Sendikal haklar var, yeni dernekler kuruluyor... Tüm bunlar bizi de
besledi. Sanat ve müzik de bir çıkış yaşandı. O dönemler Yaşar Kemal’in Üç Anadolu Efsanesi gibi
kitaplar okuyoruz, toprak reformu, feodal sorunlar, işçi sorunları derken bir
yandan da yurt dışını takip ediyorduk. 68
kuşağıydık ve o dönemin ruhu sadece bizde değil, tüm dünyaya hakimdi. O
sıralarda Vietnam Savaşı’na karşı çıkanlar, sokak hareketleri, Paris’teki
olaylar… Bütün bunlar bizi de etkiledi. Dünyadaki diğer müzik grupları gibi
barış, sevgi, kardeşlik dedik. Buna rağmen
çok da politik içerikli şarkılar yapmadık, müzikal yanı ağır basıyordu parçalarımızın.
70’lerden
sonra daha politik şarkılarla çıkış yaptınız ama.
Evet, 1970’lere girdiğimizde daha sert bir dönem başladı. Dolayısıyla
bu müziğimize de yansıdı. 1973’te Cem Karaca ile çalışmaya başlayınca siyasi
içerikli şarkıları daha yoğun söylemeye başladık. Uzun bir aradan sonra 93’te Moğollar olarak yeniden bir araya
geldiğimizde ülkede 12 Eylül’ün
getirdiği karanlık dönem sürüyordu. Sivas Katliamı yaşanmıştı . Cavit
(Berkay) oturup söz yazdı. Olup
bitenlere müziğimizle karşı çıkıyorduk; ‘Bir şey yapmalı!’ dedik.
Cem Karaca nasıl bir iz bıraktı sizde?
Cem (Karaca) ile Moğollar kurulmadan önce de beraberdik. Arkadaştık, birlikte yıllarca çalıştık. 60’ların
sonlarında Harbiye’de Konak Otel’in lobisinde
dönemin bütün grupları toplanırdık. Hepimiz kardeş, arkadaş gibiydik. Cem Karaca, Barış Manço ve Erkin
Koray sembol üç isim ve arkalarında
100’e yakın müzisyen arkadaşları. Biz de onlardan biriydik.
68 dönemini
yaşamış biri olarak bugün nasıl hissediyorsunuz?
O dönemleri yaşadığım için şanslı hiisediyorum. Bizim kuşak,
gelecek umudu taşıyordu. Müzikte, sanatta, hayatın her alanında bu umutla
üretiyordu... Ancak 12 Eylül 80
Darbesi ile umutlar yok edilmeye
çalışıldı, sol ezilip geçildi, eğitim mahvedildi, sendikal örgütlenme
bitirildi. Bugün yaşadığımız karanlık da 12 Eylül’ün sonucudur. Bugün teknolojik gelişmeye rağmen bazı şeylerden haberdar olamıyoruz. Yanıbaşımızda
süren bir savaş var. Ana akım medya
gerçekleri göstermiyor. Ama umutsuz değilim. Bütün baskı ortamına
rağmen müzikte, sanatta üretimimiz sürüyor. İçinde bulunduğumuz
karanlık dönem elbet bir gün bitecek ve muhteşem şeyler yaşanacak!
“MOĞOLLAR
BİR MİSYONDUR, YOLUNA DEVAM EDECEK”
50. Yıl konserinize
gelirsek, sizin için nasıl geçti?
Çok anlamlı, çok duygulu ve coşkulu bir buluşmaydı.Moğollar’ın ilk
solisti Aziz Azmet, eski davulcu Ayzer Danga, Nejat Yavaşoğulları, Fuat Güner,
Harun Tekin, Hayko Cepkin, Hüseyin Turan, İlhan Erşahin, İzzet Öz, Nebil
Özgentürk, Yekta Kopan, Ezgi Aktan ve daha birçok isim bizimle birlikte sahnede
aldılar. Benim için de özel bir gece oldu.
Engin (Yörükoğlu ) için Nazım Hikmet’in ‘Günler’isimli şiirini
bestelemiştim. Konser gecesi Bülent Ortaçgil bu bestemi okudu ve sesine çok da uydu. Elimiz ayağımız tuttukça müzik
yapmaya, böyle güzel konserlerimizle sevenlerimizin karşısına çıkmaya devam
edeceğiz. Engin vefat ettikten sonra Kemal
geldi. Böyle devam edip gidecek. Cahit ile ikimiz yaşlı; Emrah, Kemal, Serhat ise genç kuşaktan. ‘Biz göçüp
gidersek, siz devam edin’diyoruz. Moğollar bir misyondur, yoluna devam edecek.
Son
sorularım size dair olacak. “Elektrik
Gramafon” isimli eski İstanbul şarkılarını söylediğiniz güzel bir
plak çıkardınız. Çalışmanıza ilişkin
neler söylersiniz?
Plak kültürünün, plak satışlarının yeniden yükseldiği bir
dönemdeyiz. Bizim bu bildiğimiz Unkapanı
akbabaları, paradan başka hiçbir şey düşünmeyen, Türkiye’nin müzik kültürünü
mahveden adamların dışında yeni bir hareket başladı. Plak basan küçük firmalar kuruldu. Plak severler için sevindirici bir
gelişme bu. Ben de kendim için bir plak yapmak istedim. Elektronik Gramafon albümümde 1920’lerin 30’ların unutulmuş İstanbul şarkıları var. Şarkıları aslına sadık kalarak çaldık. Haluk Önol, Emre Ekşi, Ayberk Kınık’la birlikte adadaki evimde şarkıları kaydettik .
“BİSİKLETE
BİNMEYİ ADADA ÖĞRENDİM”
Adalarla
tanışma ve adaya taşınma hikayenizden de söz eder misiniz?
Rahmetli dayım Halim Üçyıldız
Büyükadalı idi. Balıkçıydı, çarşıda
tezgahı vardı. Çocukken tatillerimizde dayımın yanına gelirdik. Bisiklete binmeyi burada
öğrendim. Büyüyünce pek gelemez olduk
ama adaları aklıma resmetmiştim. Almanya’da
yaşadığım o soğuk kış günlerinde içimi ısıtmak için aklıma Adaların
muhteşem manzaralarını getiriyordum
(gülüyor). Türkiye’ye döndükten sonra ise sık sık gidip geldim Adaya. Heybeliada’da katıldığımız Hıdırelez şenliklerinde tanıştığım
Tolga Bektaş ‘Abi seni adalı yapacağız’ dedi. Ev buldular bana ve taşındım. Eski
Rum evlerinden kalma ufak ve şirin bir
yer. Müzik çalışmamı da buraya yapıyorum.
Eski bir gitaris olan Haluk Önol da Adada yaşıyor. Onunla yol arkadaşı
olduk. İşsiz güçsüz iki ihtiyar alıyoruz
elimize gitarlarımızı çalıyoruz(gülüyor).
Yorumlar
Yorum Gönder