Taner Öngür: Umutsuz değilim

68 kuşağının sesini günümüze taşıyan efsanevi grup Moğollar’ın efsane isimlerinden Taner Öngür: Ülkemizde ve dünyada olup biten şeyler yaşamımızı etkilediği gibi müziğimize de yansıdı ve ‘Bir şey yapmalı!’ dedik. Bugün de bütün bu baskı ortamına rağmen,  müzikte, sanatta  üretimimiz sürüyor.  İnanıyorum ki içinde bulunduğumuz karanlık  elbet bir gün bitecek ve muhteşem şeyler yaşanacak.

 

 

                                                                  (2018/ Büyükada)

“Birisi oy peşinde öteki rant işinde 
 Kıyamet değilse bile birşey kopmalı.”

“Bir Şey Yapmalı”, “Ölüler Altın Takar mı”, “Issızlığın Ortasında” gibi daha pek çok şarkılarıyla dilden dile dolaşan, sanata yaklaşımlarıyla halkın gönlünde taht kuran Anadolu rock müziğinin çınarı Moğollar  50 yaşında.  Türk rock tarihinin  en önemli isimlerinden  olan Moğollar’ın basçısı Taner Öngür’ü  50 yılın şerefine gazetemizde ağırladık. Heybeliada sakini  Taner Öngür ile müzik hayatına başladığı günden Moğollar’ın 50’inci yılına kadar  gelen zamanı konuşurken; Öngür’e çocukluk yıllarını ve Ada ile tanışma hikayesini sormayı da unutmadım.

Çocuklukluk yıllarınızdan ve müzikle tanışmanızdan başlarsak neler anlatırsınız?

1949’da İstanbul Fatih’te  işçi sınıfı bir ailenin ikinci çocuğu olarak doğmuşum.  4 kardeşiz.  Çağdaşlığı ve laikliği ilke edinmiş  bir ailede büyümenin getirdiği keyifle mutlu bir çocukluk  geçirdim. Kültürle iç içe yaşadım. 13 -14 yaşlarındaydım; mahalledeki gençlerle birlikte Volkanlar adını verdiğimiz bir müzik grubu kurduk.  Vefa Lisesi’nde ortaokul öğrencisiydim. Babam hep destekledi beni.  Bir gitar aldık... 60’larda Volkanlar grubumuzla  Altın Mikrofon Yarışmasına katıldık. Ellerinde gitarlar, bas gitarlar, davullarla bizim gibi yüzlerce genç oradaydı.  Anladım ki tek derdi olan biz değiliz, bir kuşak meselesiydi.  Ödülü Moğollar aldı.

Moğollar’a katılmanız nasıl oldu peki?

 Londra’ya gitmeye karar verdim ve gittim. Beatles, Led Zeplin gibi gruplar hep oradan çıkmıştı. Bir grupta iş buldum, tam onlarla çalacaktım, Haramiler Grubu’ndan Uğur Dikmen’le karşılaştım. Türkiye’den haberler verdi: Moğollar kuruldu, Erkin Koray Dörtlüsü konserler veriyor, Cem Karaca Apaşlar kuruldu… Rock hareketi gelişmiş. Dedim bunu kaçıramam, ben de geliyorum. Grup üyelerinin hepsi arkadaşımdı zaten.  1969 yılında ülkeye döndüğümde Hasan Sel gruptan  ayrılmıştı, onun yerine ben girdim. 

Müziğinize de  “Anadolu rock” ismini verdiniz.

Moğollar’ın yüzü Anadolu’ya dönük. Daha önce hayatlarında  konser, tiyatro   görmemiş kasabalara kadar gittik. Turne dönüşünde müziğimize ne isim verelim diye tartışırken, ‘Anadolu rock’ diyelim dedim.  Fikret Kızılok, Barış Manço gibi isimler zaten bu müziği yapıyordu ama ismini biz koyduk.

Moğollar’ın çıkış yaptığı  dönemin Türkiye’sini anlatır mısınız?

27 Mayıs ihtilalinden sonra Türkiye demokratik anayasasına kavuştu ve arkasından bir çağdaşlaşma, modernleşme dönemi geldi.  Sendikal haklar var,  yeni dernekler kuruluyor... Tüm bunlar bizi de besledi. Sanat ve müzik de bir çıkış yaşandı. O dönemler  Yaşar Kemal’in Üç Anadolu Efsanesi gibi kitaplar okuyoruz, toprak reformu, feodal sorunlar, işçi sorunları derken bir yandan da yurt dışını takip ediyorduk.  68 kuşağıydık ve o dönemin ruhu sadece bizde değil, tüm dünyaya hakimdi. O sıralarda Vietnam Savaşı’na karşı çıkanlar, sokak hareketleri, Paris’teki olaylar… Bütün bunlar bizi de etkiledi. Dünyadaki diğer müzik grupları gibi barış, sevgi, kardeşlik  dedik.  Buna rağmen  çok da politik içerikli şarkılar yapmadık, müzikal yanı ağır basıyordu  parçalarımızın.

70’lerden sonra daha politik şarkılarla çıkış yaptınız ama.

Evet, 1970’lere girdiğimizde daha sert bir dönem başladı. Dolayısıyla bu müziğimize de yansıdı. 1973’te Cem Karaca ile çalışmaya başlayınca siyasi içerikli şarkıları daha yoğun söylemeye başladık.  Uzun bir aradan sonra  93’te Moğollar olarak yeniden bir araya geldiğimizde ülkede  12 Eylül’ün getirdiği karanlık dönem sürüyordu. Sivas Katliamı yaşanmıştı . Cavit (Berkay)  oturup söz yazdı. Olup bitenlere müziğimizle karşı çıkıyorduk;  ‘Bir şey yapmalı!’ dedik.

 Cem Karaca  nasıl bir iz bıraktı sizde?

Cem (Karaca) ile Moğollar kurulmadan önce de beraberdik. Arkadaştık,  birlikte yıllarca çalıştık. 60’ların sonlarında Harbiye’de  Konak Otel’in lobisinde dönemin bütün grupları toplanırdık. Hepimiz kardeş, arkadaş  gibiydik. Cem Karaca, Barış Manço ve Erkin Koray sembol  üç isim ve arkalarında 100’e yakın müzisyen arkadaşları. Biz de onlardan biriydik.

68 dönemini  yaşamış biri olarak bugün nasıl hissediyorsunuz?

O dönemleri yaşadığım için şanslı hiisediyorum. Bizim kuşak, gelecek umudu taşıyordu. Müzikte, sanatta, hayatın her alanında bu umutla üretiyordu...  Ancak 12 Eylül 80 Darbesi  ile umutlar yok edilmeye çalışıldı, sol ezilip geçildi, eğitim mahvedildi, sendikal örgütlenme bitirildi. Bugün yaşadığımız karanlık da 12 Eylül’ün sonucudur.  Bugün teknolojik  gelişmeye rağmen  bazı şeylerden haberdar olamıyoruz. Yanıbaşımızda süren bir savaş var. Ana akım medya   gerçekleri göstermiyor. Ama umutsuz değilim. Bütün baskı ortamına rağmen  müzikte, sanatta  üretimimiz sürüyor. İçinde bulunduğumuz karanlık  dönem elbet bir gün bitecek  ve muhteşem şeyler yaşanacak!

“MOĞOLLAR BİR MİSYONDUR, YOLUNA DEVAM EDECEK”

50. Yıl konserinize gelirsek, sizin için nasıl geçti?

Çok anlamlı, çok duygulu ve coşkulu bir buluşmaydı.Moğollar’ın ilk solisti Aziz Azmet, eski davulcu Ayzer Danga, Nejat Yavaşoğulları, Fuat Güner, Harun Tekin, Hayko Cepkin, Hüseyin Turan, İlhan Erşahin, İzzet Öz, Nebil Özgentürk, Yekta Kopan, Ezgi Aktan ve daha birçok isim bizimle birlikte sahnede aldılar. Benim için de özel bir gece oldu.  Engin (Yörükoğlu ) için Nazım Hikmet’in ‘Günler’isimli şiirini bestelemiştim. Konser gecesi Bülent Ortaçgil  bu bestemi okudu ve sesine  çok da uydu. Elimiz ayağımız tuttukça   müzik yapmaya, böyle güzel konserlerimizle sevenlerimizin karşısına çıkmaya devam edeceğiz.  Engin vefat ettikten sonra Kemal geldi. Böyle devam edip gidecek. Cahit ile ikimiz yaşlı;  Emrah, Kemal, Serhat ise genç kuşaktan. ‘Biz göçüp gidersek,  siz devam edin’diyoruz.  Moğollar bir misyondur,  yoluna devam edecek.

Son sorularım size dair olacak.  “Elektrik Gramafon” isimli  eski  İstanbul şarkılarını söylediğiniz güzel bir plak çıkardınız.  Çalışmanıza ilişkin neler söylersiniz?

Plak kültürünün, plak satışlarının yeniden yükseldiği bir dönemdeyiz.  Bizim bu bildiğimiz Unkapanı akbabaları, paradan başka hiçbir şey düşünmeyen, Türkiye’nin müzik kültürünü mahveden adamların dışında yeni bir hareket başladı. Plak basan küçük firmalar  kuruldu. Plak severler için sevindirici bir gelişme bu.  Ben de kendim için bir plak  yapmak istedim. Elektronik  Gramafon albümümde 1920’lerin 30’ların   unutulmuş  İstanbul şarkıları var. Şarkıları aslına sadık kalarak çaldık. Haluk Önol, Emre Ekşi, Ayberk Kınık’la birlikte  adadaki  evimde şarkıları kaydettik .




“BİSİKLETE BİNMEYİ ADADA ÖĞRENDİM”

Adalarla tanışma ve adaya taşınma hikayenizden de söz eder misiniz?

Rahmetli dayım Halim Üçyıldız  Büyükadalı  idi. Balıkçıydı, çarşıda tezgahı vardı. Çocukken tatillerimizde  dayımın yanına gelirdik. Bisiklete binmeyi burada  öğrendim. Büyüyünce pek gelemez olduk ama adaları aklıma resmetmiştim.  Almanya’da  yaşadığım o soğuk kış günlerinde içimi ısıtmak için aklıma Adaların muhteşem manzaralarını  getiriyordum (gülüyor). Türkiye’ye döndükten sonra ise sık sık gidip geldim  Adaya. Heybeliada’da  katıldığımız Hıdırelez şenliklerinde tanıştığım Tolga Bektaş ‘Abi seni adalı yapacağız’ dedi. Ev buldular bana ve taşındım. Eski Rum evlerinden kalma  ufak ve şirin bir yer. Müzik çalışmamı da buraya yapıyorum.  Eski bir gitaris olan Haluk Önol da Adada yaşıyor. Onunla yol arkadaşı olduk. İşsiz güçsüz iki ihtiyar  alıyoruz elimize gitarlarımızı çalıyoruz(gülüyor).





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

'Evli misiniz, yoksa boşandınız mı?'

Tutuklu kadınlar neden regl olamıyor?

Gezi Direnişi, gazeteciler ve penguenler